Okumak Yalnızlıktır..

19 Mayıs 2012 Cumartesi

Korkuyu Beklerken


Oğuz Atay'ın bu tek hikaye kitabı, tüm hikayeleriyle bir baş yapıt. Önsözünde dediği gibi, "Buradayım!" yanıtını verenlerin çoğalması dileğiyle...

Beyaz Mantolu Adam: Kalabalığın içinde çaresizce bekleyen, suskun- suskundan öte, neredeyse tek kelime etmeyen- düşünceleri soluk, varlığının fark edilmesi güç, bitap görünüşlü bir dilenci çıkıyor karşımıza bu öyküde. Sakat değil, anlaşıldığı üzere çok yaşlı da değil ve isimsiz... Bir duvara yaslanmış, hayatın akışı içinde yürüyen, konuşan insanları öylece seyrediyor; niyeti dilenmek fakat avcunu dahi açmıyor. Nihayet birkaç kişi, biraz para sıkıştırıveriyor eline. Adam sanki buna aldırmıyor, sanki önemsiz onun için tüm bunlar. Bir beyin valizini zorlanarak taşıyor. ( Buradan kuvvetsiz olduğu sonucuna varılabilir yahut yorgun.) Ondan da parasını alıyor ve yürümeye başlıyor. Manto satıcısını görmesiyle hikaye hareketlenmeye başlıyor. Beyaz bir kadın mantosunu beğeniyor adam, satıcının elinden alıp üstüne giyiyor. Adamın diz kapaklarının altına dek uzanan, dikkat çekici -sanırım zengin işi- bir manto bu. Satıcı, adamı bunun bir kadın mantosu olduğu konusunda uyarıyor ve pahalı olduğunu, adamın alamayacağını söylüyor. Ama adam kararlı. Cebindeki tüm parayı veriyor satıcıya. Para, montun tam karşılığı olmasa da, nihayetinde amacına ulaşıyor adam. Ve üzerindeki beyaz montla dolaşmaya başlıyor. Başta çevredeki herkesin dikkatini çekiyor, kimileri alay ediyor, kimileri "sarhoş" yahut "deli" olduğunu söylüyor. Üstüne geliyorlar. Hatta kumaş satan bir esnaf, kumaşları adamın monttan arda kalan kısımlarına sarıp, onu vitrine koyuyor, "canlı manken" diye halka teşhir ediyor. Tüm bunlar gerçekleşirken, adamın hiç konuşmaması, tüm aşağılanmalara ve tahriklere rağmen tepki vermemesi dikkat çekici ve düşündürücü. Sonunda adam, üzerinde tüm gün boyunca taşıdığı beyaz manto, kollarına ve bacaklarına sarılmış kumaşlar ile, denize giriyor. Ve adım adım ölüme gidiyor... Ardından deniz araştırılsa da adamdan bir iz bulunamıyor.

Unutulan: Bir kadının evinin tavan arasına çıkışıyla başlıyor hikaye. "Ben buradayım sevgilim." diye sesleniyor bir ses ona tavan arasından.. Birkaç cümleden sonra, "tavanarası"nın, kadının bilinçaltı olduğu netlik kazanıyor. Ona seslenen, yani kadının birden bire aklına düşen ise, eski sevgilisi. Kadın "tavan arası"nda anne ve babasını, onların birbirlerine duydukları öfkeyi eski fotoğraflara bakarak anımsıyor. Mezuniyetinde giydiği ayakkabının teki, gençlik fotoğrafları her bir eşya, tek tek onu maziye yavaş yavaş götürüyor. Ve kitap sandığına ulaşmak istediği bir anda, eski sevgilisinin cesediyle karşılaşıyor. Ceset örümcek ağlarıyla örtülü ve kalbin içi hamam böcekleriyle dolu... Eski sevgilisinin öldüğünü düşünmek korkutuyor onu ve inanmak istemiyor. (Elbette bu ölümün anlamı, kadının bilinçaltına yolculuk yaptığını göz önüne aldığımızda, onu unutması, yahut artık kolay kolay hatırlamayacak kadar derinlere itmesi.) Başka bir sevgiliden ve hatta bir de eski kocadan bahis ediliyor. Hikaye, yeni sevgilinin "Bir şey mi söyledin canım?" deyişiyle gerçek dünyaya dönüyor. Kadının cevabı ise "Kendi kendime konuşuyordum." oluyor.
Maziye yolculuk, bilinçaltında birikenler ancak bu kadar güzel betimlenebilirdi. Özellikle tavanarası fikri çok etkileyici.
"Hayır, gerçekten ölmedi; çünkü ben yaşayamazdım ölseydi. Bunu biliyordu. Bu kadar yakınımda olduğunu bilmiyordum ama, sen bir yerde var olursan yaşayabilirim ancak demiştim."

Korkuyu Beklerken: Çekingen, kaygılı bir adamın işten gelişinin betimlenmesini okuyoruz öncelikle. Adam sokak köpeklerinden, eve girdiği ilk anki sessizlikten, ışığı yakana kadar geçen o karanlık anlardan geriliyor. Zaten içi içini yerken, kapının girişinde bir mektupla karşılaşıyor. Açmakta tereddüt ediyor başta ama sonra bir koltuğa yerleşiyor ve mektubu açıp okuyor. Hiçbir şey anlamıyor. Çünkü bilmediği bir dilde yazılmış. Üniversitede yaptığı araştırmalar sonucu, mektubun bir tarikatın kendisine ihtarı olduğu sonucuna varıyor. Mektup ona evden çıkmamasını ve beklemesini söylüyor. Böylece gergin günler başlıyor. Adam yazılanları ilk başta umursamıyor, fakat sonra korkusu artmaya başlayınca işten izin alıyor ve eve kapanıyor. Kitap okumaya çalışıyor, yarısına bile gelmeden sıkılıp bırakıyor. Yabancı dil öğrenmeye çalışıyor, gayret gösteremiyor. Evi temizlemeye, düzene sokmaya isteği ve hali yok. Ve tabii bir yandan da her an bir şey olacağı, tarikat tarafından rahatsız edileceği korkusuyla günlerini harcıyor. Evde yemek bitince, uzun bir dönem açlık çekiyor. Fakat sonra, bir manav kapısına kadar gelip yiyecek bir şeyler getirmeye başlayınca, açlık sorun olmaktan çıkıyor. Ancak hep düşünceli, hep dalgın, hep ne yapacağını bilmez bir halde, hiç bilmediği-tanımadığı bir düşmana karşı savaş veriyor. Sonunda elbette tarikatın yokluğunu benimsiyor ve eski hayatına geri dönmek için çaba sarf etmeye başlıyor. Fakat bu sefer de tüm dünyasını başına yıkacak gelişmeler yaşanıyor. Ve intikam hırsı kaplıyor içini.
"Yalnız kalmaktan korktukça yalnızlığım artıyor."
"Yalnız yaşayan insanların, kendi içlerinde başlayıp biten eğlenceleri vardır."
"Fakat, mesele bu değildi; mesele, bir şeyleri, sıcak bir çorbanın kokusunu duyar gibi hissedebilmekti. Bense bunu hiç becerememiştim. Ne tabiatı, ne insanları, ne de olup bitenleri hiç sevmemiştim; kendimi bile, kendi yaptıklarımı bile."
"Bir yerden sevmeye devam edebilir miydim? Çünkü sevmek, yarıda kalan bir kitaba devam etmek gibi kolay bir iş değildi. Ya hiç sevmemişsem bugüne kadar? Bir kitaba yeniden başlamak gibi, sevmeye yeniden başlamak pek kolay sayılmazdı herhalde."
"Korkuyla beklemek, korkuyu beklemek gereksizdi; çünkü dünyanın yarıçapını ve İstanbul'un fethini biliyordum."

Bir Mektup: Özgüveni düşük, kendi halinde bir adamın, kendisini işe alan patronuna yazdığı bir mektubu okuyoruz. Oğuz Atay'ın bilindik, iç dünyasında olanları zihninde oturtamamış, ruhunu tamamlayamamış karakterlerinden biri bu. Patronuna duyduğu hayranlığı, her kelimesinde vurgularken ve kendini onun yanında küçültürken- hatta hiç ederken- kendi sevgilisiyle, patronunun çevresindeki kadınları karşılaştırıyor. O kadınları tanıdıkça- haddi olmayarak- kendi sevgilisinden soğuduğunu ve ondan ayrıldığını, daha lüks bir hayata, asil kadınlara olan düşkünlüğünün arttığından bahsediyor. Bir yandan da aslında tüm bunları hak etmediğini, kendisinin bir zavallı olduğunu söyleyip duruyor. Bu gönderilmeyen mektupta, başka hayatlara özlem duyan insanın yorgunluğunu ve memnuniyetsizliğini açıkça hissediyoruz. Bir de kahvede tanıştığı, "Üçüncü Şey" adını verdiği adamın, gizli felsefesine de tanık oluyoruz.

Ne Evet Ne Hayır: Bir gazetenin 'gönül postası' bölümünde çalışan ve dertlerin anlatıldığı mektuplara çareler bulup yazan bir adam, M.C adlı kişiden gelen bir mektupla sarsılıyor. Ve hikaye de büyük oranda bu mektuptan oluşuyor. M.C dört yıl boyunca karşılıksız olarak sevdiği kadını, hep onun çevresinde dönüp dolaşan hayatını, noktalama işaretlerini kullanmadan ve çok bozuk bir Türkçeyle anlatmış. M.C'nin sonu hapiste biten aşk hikayesini, parantez içinde gazetecinin de yorumlarıyla, okuyoruz.

Babama Mektup: Ölümünden iki sene sonra, oğuldan babaya yazılan bir mektup. Babasına olan kızgınlığını, hayranlığını ve şaşırtıcı benzerliğini saygıyla ifade ediyor oğul. Onun ölümünden sonra yaşananları, onu herkesin unuttuğunu söylüyor. Cenazesine gelen insanların sahte göz yaşlarına öfkeleniyor. Samimi, içten, hüzünlü bir mektup...
"Ben, seninle ilgili olayları anlatırken aslında senin nasıl bir insan olduğunu belli etmemeye çalışıyorum; aklımca asıl babamı kendime saklıyorum."
"Galiba biz, babacığım, birbirimizi hep böyle anlamadan sevdik."

Demiryolu Hikayecileri- Bir Rüya: Yazarların yalnızlığı, okunmayışı ile ilgili sembolist bir tarzla yazdığı- bana kalırsa- en vurucu hikayelerinden biri. Üç yazarın, karanlık bir demiryolu istasyonunda, yolculara kısa hikayeler satmaya çabalayarak geçirdiği günleri kaleme alıyor. Yolcular, yiyecek-içecekleri hiç çekinmeden satın alırken, bu hikaye satıcılarını hep görmezden geliyor. Yalnızca yataklı yolcular (bu da zengin kesime bir gönderme tabii) ilgileniyor hikayelerle. Ama onların da okuyup okumadığı şüpheli... Ve son cümle: "Ben buradayım sevgili okuyucum, sen neredesin acaba?"



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder